top of page

'Immanuel Kant' Hayatı

Yazarın fotoğrafı: Arda Özçınar Arda Özçınar

Eski Prusya dinsel takviminde 22 Nisan tarihi Emanuel’e denk geldiği için,

Johann Georg Kant ve Anna Regina Kant’ın dördüncü çocukları olarak 1724

yılında,Königsberg’te dünyaya gelen filozof, Emanuel adıyla vaftiz edilir.Yıllar sonra üniversiteye

başladığında yetkilinin adını Emanuel Kandt olarak kaydetmesine karşın adının Emanuel değil,

Immanuel olduğuna hükmeden ve bu konuda ciddi bir hassasiyet taşıyan da Kant’ın kendisidir.

Adının Kitab-ı Mukaddes’te geçtiği biçimiyle, yani İbranice telaffuzuna uygun olarak yazılması

konusunda ısrar etmesinin yanı sıra, Kant adıyla açıkça gurur duyar,yaşlılığında bile adından ne

kadar hoşnut olduğunu anlatmaktan vazgeçmez.Babası George Kant bir saraçtır; çok sevdiği ve

yaşamında ne kadar önemli rol oynadığını sürekli vurguladığı annesi, Anna Regina Kant, ise

Königsberg’li bir başka saraç ustasının kızıdır. Emanuel dördüncü çocuktur ama, kendisi

dünyaya geldiğinde yaşayan tek kardeşi,

ondan beş yaş büyük olan ablasıdır, diğerleri çok küçük yaşta hayatlarını kaybetmiştir.

Annesinin Emanuel’in de erken yaşta öleceğine ilişkin korkuları vardır, oğlu için bu yüzden bu

kadar anlamlı bir ad seçer.Anne ve babasının Kant'ın üzerine bu kadar titremelerinin de sebebi

budur... Kant da zaten yaşamı boyunca hastalık hastası olmuş, sağlına sürekli dikkat

etmiştir."Sereserpe soluk alıp veremezdi ,çelimsizdi sinirleri. Baskıdan yeni çıkmış bir gazete ya

da kitap görmesin, taze mürekkep kokusundan ötürü, hapşırmadan aksırmadan kurtulamaz,

başına ağrı gelirdi. Azıcık ağzı açık yürüse nezle olurdu. Sokakta kimseyle konuşmazdı onun

için.”(Nermi Uygur,Güneşle İçinde,"Kant")

Kant yaşamı boyunca annesi ve babası ile ilgili tek kötü söz söylemez. Bir tür saygı besler

içinde babasının 1746’daki ölümünden sonra Kant aile defterine şunları yazar:Mart'ın 24’ünde

sevgili babam huzurlu bir ölümle aramızdan ayrıldı…Yaşamı

boyunca ona çok güzel gün göstermeyen Tanrı, ebedi neşeye onu da ortak

etsin.” Annesi söz konusu olduğundaysa Kant yukarıda bahsettiğim o duygusal bağı gösterir

niteliğinde:“Annemi asla unutmayacağım, çünkü iyiliğin tohumlarını

yüreğime serpen ve yeşerten odur; kalbimi doğanın güzelliklerine açmış,

yeni şeyler düşünmemi ve düşündüklerimi geliştirmemi sağlamıştır; onun

yaşam düsturu bütün yaşamım boyunca asla kaybolmayan bir etki bırakmıştır üzerimde."

demiştir (Annesi 1740’da, babasından erken ölür, bu ölüm sırasında aile artık gerçekten

yoksuldur.) Kardeşlerine gelecek olursak;Kant’ın kardeşleriyle pek arası olmadığını

söyleyebiliriz.Yaşamının sonlarında,kız kardeşi Katharina ona bakmaya başladığında,"ne kadar

basit insanlarla uğraşmak zorunda kaldığından" şikayet eder.Kendisi Collegium Fridercianum’da

okurken dünyaya gelen erkek

kardeşi Johann Heinrich’in mektuplarına çoğunlukla yanıt vermez örneğin.

Ama tabii ki onlara karşı olan *ödevlerini* yerine getirmekten de asla kaçmaz.Kısaca

Kant’ın genel olarak ailesinden pek hoşnut olmadığını ama sorumluluk sahibi bir insan olarak

ailevi görevlerinden de ödün vermediğini söyleyebiliriz.Kant ebeveyninin ona “ahlaki açıdan tam

da gerektiği gibi bir eğitim " verdiğini söylemekten geri kalmaz,Kant pedogoji derslerinde fiziksel

ve ahlaki eğitimi birbirinden ayırır ve ikincisi için hiçbir yasağın,tehdidin,cezanın ya da

örneklemin işe yaramayacağını çünkü ahlaki eylemlerin kökeninin maksimlerinde olduğunu

söyler.(Kuehn,'Kant') Diğer taraftan,Kant’ın ailesi oldukça dindar bir ailedir.Özellikle annesinin

Protestan Alman kiliseleri bünyesinde ortaya çıkan dinsel bir hareket olan Pietizme bağlılığı çok

ciddidir.Yüzeysel olarak Pietist hareketin, dönemin Protestan ortodoksluğunun aşırı biçimci

tavırlarına bir tepki olarak ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Kant’ın Pietizm gibi sofu bir harekete

bile, yeri gelince içten bir saygıyla yaklaştığı ortada (hatta ilerki yıllarda ki bazı kuram ve

görüşlerini küçük yaştaki anne taleplerine bağlar) Kant’ı laikleştirme konusunda bazen biraz ileri gittiğimiz

de bir gerçektir. Ayrıca Kant’ın bir “aydınlanmacı” olup olmadığı bile, bütünüyle, “aydınlanma için

geçerli kılınan ölçütlere bağlıdır."Öte yandan, Kant’ın, erken dönem biyografilerinde

söylenenlerin aksine, Hıristiyanlığın kendisinden pek hazzetmediği yaşamı boyunca bir tür

panteizmi savunduğu ama özellikle üniversite yıllarında,okuldan kovulma korkusuyla,bunu dile

getiremediği bilinmektedir.Kant Pietistleri yer yer övse de ilerki yıllarda dahi Collegium

Fridericianum da geçirdiği öğrencilik yıllarını öfke ve nefretle anacaktır: "Birçok insan gençlik

yıllarının yaşamın en güzel yılları olduğunu düşünür, ama büyük olasılıkla yanlıştır bu. Gerçekte

en zor yıllardır gençlik yılları, çünkü kişi öyle bir disipline tabidir ki, çok az arkadaşı olur, özgür

olduğu zamanlar daha da azdır" Kant'ın bu yorumunun nedeni haftada altı gün okulda kalması

böyle bir disiplin içerisinde olsa olsa yüksek memur,papazlığa hazırlanmasıdır herhalde.Kant'ın

1746’da tamamlanıp ancak 1749’da yayımlanan ilk yapıtı Kräfte’nin en azından, Kant’ın

Collegium Fridericianum’da mustarip olduğundan şikayet ettiği baskıdan kurtulmasının,

özgürlüğe kavuşmasının simgesi olduğu söylenebilir.1748’de üniversiteyi bitirdiğinde Kant,

özgürlüğüne kavuşmuş, entelektüel gelişimini büyük ölçüde sağlamış, bu arada babasını

kaybetmiş, ciddi bir parasal sıkıntı içinde belirsiz bir gelecekle yüz yüze kalmış durumdadır.Aynı

yıl malikanelerde özel dersler vermeye,Hofmeister'lik yapmaya başlar.Kant bu dönemde,kendi

deyişiyle "yol,yordam" öğrenir,burjuva yaşamının inceliklerine hakim olur.Ayrıca Borowski

Kant’ın geç dönem yapıtlarının taslaklarını bu dönemde oluşturduğunu söyler.Kant karnını

doyurmak için epey ders vermek zorunda kalır. Derslere başladığı ilk yarıyıl (kış 1755-56)

mantık, metafizik, matematik ve fizik öğretir. 1756 yazında bunlara coğrafya da eklenir ve

böylece Kant’ın ders yükü haftada 24 saate çıkar.Kant'ın rutinlerine tamamıyla bağlı, sıkıcı bir

yaşam sürmesinin aksine (ileri yaşlarında böyle bir yaşam sürdüğü doğru olsa da)*Kant'ın

ödevlerimiz arasında saydığı şeylerden biri de “çevremizdekiler üzerinde itici ya da kötü bir

izlenim bırakmamak"tır* Kant, felsefenin, gerçekleştirdiğimiz salt yaşamsal fonksiyonları aşan

şeylerle ilgili olduğunu söyler ve beğensek de beğenmesek de, bütün Kant felsefesinin asıl

amacı insanı özerk ahlaki faile dönüştürmektir ki aşağıdaki satırlar bunu doğrular niteliktedir :

İki şey, üzerlerine sık sık eğilip ısrarla düşünülürse, insanın ruhsal yapısını hep yeni, hep artan

bir hayranlık ve korkunç bir saygıyla dolduruyor:üzerimdeki yıldızlı gök ve içimdeki ahlak yasası.

Her ikisini, karanlıklarla gizlenmiş ya da benim ufkumun ötesinde aşkın alanda imişlercesine

aramama ve tahmin etmeme gerek yok; onları önümde görüyorum ve doğrudan doğruya benim

kendi varoluşumun bilincine bağlıyorum...

Yaşamının sonlarında tartışma heyecanını yitirmediği görülen Kant'ın bilindik sıkıcı

portresi,büyük olasılıkla son yıllarında sürdüğü yaşamdan ileri gelir. Kuehn, Kant’ın yaşamının

son döneminin rutinlere çok daha bağlı olduğunu, yaşlı filozofun, arkadaşları birer birer ölürken

kendisini toplumsal yaşamdan iyice soyutladığını söylüyor.

-Beyler, ölümden korkmuyorum; vakti gelince ölmesini de bilirim. Tanrı

şahidim olsun ki, öleceğimi hissettiğim gece yine avuç açacak ve Tanrı’ya

övgüler olsun diyeceğim. Ama arkamdan bir iblis yanaşır da, kulağıma,

“İnsanları mutsuz ettin” derse, o zaman işler değişir

_Epistemolojik yaklaşımı:_

Kant yargıları temelde 4'e ayırır:

Analitik posteriori/Analitik priori/Sentetik posteriori/Sentetik priori

#Analitik yargılar, yüklemi öznesinde bir şekilde veya zimmen içerilen ve özne konumunda

bulunan terimin çözümlenmesiyle elde edilen yargılardır. Yani Kant'ın tabiriyle 'açıklayıcı yargılardır.Sözgelimi "güller çiçeklerdir"önermesi gibi #Sentetik yargılarda ise yüklem öznede içerilmez. Örneğin "Bazı güller beyazdır" gibi. Kant'ın

11 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page